SİTEMİZE HOŞGELDİNİZ...
   
  “Devrimin amacını kavramış olanlar sürekli olarak onu koruma gücüne sahip olacaklardır.” TEK YOL KEMALİST DEVRİM!!!
  Müzik dünyasından haberler
 

Kargo 2. Kez Ara Veriyor...

Kargo üyeleri bir süreliğine “Kargo”yu durdurma ve dinlendirme kararı aldı.

Geçtiğimiz ay bir kahve firması sponsorluğunda turneye çıkan Kargo üyeleri, bir süre kendi özel projelerine yoğunlaşmak istiyor.

Yakın bir zamanda konuyla ilgili detaylı bir açıklama yapacaklarını söyleyen Kargo, hatırlayacağınız üzere 2001 yılında da “Best Of Kargo” albümleri sonrası aynı kararı bir kez daha almıştı. Bu gelişmenin ardından grubun solisti Koray Candemir bir solo albüm yayınlamış, diğer üyeler de farklı projelerde yer almıştı.

Grup 2003 yılında tekrar bir araya gelip albümler yayınlamaya devam etti. Bakalım bu 2. ara kararı uzun vadede nasıl sonuçlanacak?

 

Madonna Hakkında Bilmeniz Gereken 25 şey...

Tanrı, popun kraliçesini bir kez daha kutsadı. Madonna son ablümü “Hard Candy”yle yine zirvede. Hakkında bilinmeyenler ise bu yazıda...

Billboard Türkiye Dergisi Haziran sayısında yeni albümü ile müzik dünyasında zirveye tırmanan Madonna hakkında bilinmeyenleri derleri. Zeynep Yayınoğlu’nun kaleme aldığı haberde Sean Pean’den Madonna’nın parasız kaldığı dönemlere, Prince’den Guy Ricthie ile olan ilişkisine bilinmeyenler yer alıyor...

İDOLÜ BOB DYLAN
Pop ikonu Madonna’nın da elbette bir idolü vardı. Küçük bir kızken evlerinin bodrum katına inip Bob Dylan’ın “Lay Lady Lay” adlı şarkısını defalarca dinleyen ve hıçkıra hıçkıra ağlayan da yine aynı kadındı.

SEAN PENN’İN AYAK PARMAĞI
1985 yılında evlenip 1989’da “müzik kariyeriyle kafayı bozduğu” için boşandığı eşi Sean Penn, o dönemde sevgili karısına Daisy (Papatya) ismini takmıştı. Hatta Penn, ayak parmağına bir de papatya dövmesi yaptırdı. Madonna yıllar sonra dövmeyle ilgili şu açıklamayı yaptı: “Dikkatli incelemediği takdirde hiçbir sevgilisi bunu fark etmeyecektir”

PARASIZ ZAMANLARI DA OLDU
Madonna, Michigan Üniversitesi’nden tam burs alıp dans okurken oldukça parasız günler geçirdi. O zamanlar buna canı o kadar sıkılıyordu ki bir gün ev arkadaşına “Ünlü olduğumuzda yardım derneklerine bağışlar yaparak insanların hırsızlık yapmasına engel olacağım” diyordu.

SAÇI HER ŞEYDEN ÖNEMLİ
Kariyeri boyunca milyon kez saç rengini, şeklini toptan değiştiren Madonna, saçının ruh halini de fazlasıyla etkilediğini söylüyor: “Saçımı koyu renge boyattığım zaman kendimi daha İtalyan, açık renge boyattığım zaman ise çok daha duygusal hissediyorum.”

PRINCE’LE BERABER OLDU MU, OLMADI MI?
Hayranlarının her daim inkar ettiği ancak iki sanatçının da o dönem beraber çalıştığı müzisyen arkadaşlarının onayladığı bir beraberlik bu. 1985’te Prince ve Madonna, Paisley Park stüdyolarında beraber çalışırken aralarında romantik bir ilişki başlar. Ancak iki ay sonunda Prince, Madonna’yı terk ettiğinde Madonna yaygarayı koparır. “Sen beni nasıl terk edersin? Kim olduğumun farkında mısın?”

PRINCE HİKAYESİ BİTMEDİ
Ayrılıklarının hemen ardından ilk evliliğini Sean Penn’le yapan Madonna, hâlâ Prince’le görüşmeye devam etmektedir. Bunu öğrenen Penn, çok sinirlenir ve duvara yumruk atar. Duvarda oluşan deliği tamir etmesi için Prince çağrılır. Neden mi? Çünkü Madonna’ya göre olayın sorumlusu Prince’tir.

LONDRA’YI SEVİYOR
Guy Ritchie’yle evlendikten sonra Londra’daki evinde daha çok vakit geçiren Madonna, orada kendini daha iyi hissettiğini söylüyor. Marble Arch’ta oturan Madonna, “yaşadığım yerde çoğunlukla Araplar var, onlar da hep peçeyle geziyor ve dikkat etmiyorlar bile. Ama New York’ta olsam ‘saçının rengini beğenmedim’ diye bile bağırırlar” diyor.

O BİR RÖNTGENCİ
Madonna’nın röntgenci olduğuna inanmanız zor olabilir ama bu doğru. Koyu Katolik bir aileden gelen Madonna Louise Ciccone, bir dönem babasının zoruyla gönderildiği rahibe manastırında röntgenciliğe merak salmış. Rahibeleri dikizleyen ve onların çıplakken çok seksi olduğunu söyleyen Madonna, “edepsizliğe” küçük yaşlarda başlamış.

COURTNEY LOVE’LA KAN DAVASI BİTMEDİ

1985 yılında MTV Müzik Ödülleri gecesinde Courtney’nin Madonna’yla yapılan özel röportajı sabote etmesinden sonra ikili arasında başlayan tatlı kan davası sürüyor. Bugüne dek yazdığı birçok blogda kendisine taş atan Courtney Love, Madonna’nın iyi bir iş kadını olduğunu ama sanatçı olarak zayıf olduğunu yazıyor ancak sonunda “şakaydı” demeyi de ihmal etmiyor

KADINLARA ZAAFI MI VAR?
Madonna, sahne şovlarında kadınları öpmeye bayılıyor. 2003 yılında MTV Müzik Ödülleri’nde Britney Spears’le öpüşmesiyle en büyük yaygarayı koparan yıldız, geçtiğimiz günlerde Paris’te verdiği bir konserde de dansçısının dudaklarına yapıştı.

 

Mor ve Ötesi: Sonuç Çok İyi...

53. Eurovision Şarkı Yarışmasında Türkiye’yi temsil eden Mor ve Ötesi grubunun gitaristi Kerem Özyeğen, yarışmayı 7. olarak bitirmelerini “kendileri için çok iyi bir sonuç” olarak nitelendirdi.

Kerem Özyeğen, “Yarışmada komşu ülkelerin birbirini kollaması eminim ki etkili oldu, ama yine de biz birçok insana ulaştık ve kendi dilimizde iyi müzik yapmaya çalışan bir grubun bu renkli cümbüş içinde başarılı olduğunu gösterdik” diye konuştu.

En çok dikkat çekenin Türkiye’ye 8 puan veren İngiltere olduğunu belirten Özyeğen, Rus sanatçı Dima Bilan’ın birinci olması konusuyla ilgili olarak, bunu “doğru bir sonuç” olarak görmediğini kaydederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Gerçek şu ki, Eurovision’da en sevilmeyen karakter olarak görülüyordu, ama Rusların Dünya Paten Şampiyonu Evgeni Pluşenko’yu Dima’nın basın toplantısına getirmeleri ve maddi açıdan büyük propaganda ve promosyon yapmaları muhakkak Rusya’nın lehine oynadı. Bu akıllı bir girişimdi, ama benim için 1 numara değil. Bence 1 numara olması gereken ülke Ukrayna veya Yunanistan’dı ve öyle de gözüküyordu.”

“Yarışmayı 7. olarak bitirmemiz bizim için çok iyi bir sonuç” diyen Özyeğen, beklemedikleri yerlerden Türkiye’ye puanlar geldiğini ifade ederek, “Ancak Gürcistan ve Yunanistan’dan, promosyon turu yaptığımız ülkelerden puan gelmemesi beni biraz şaşırttı” dedi.

Yarışmanın başında beklediklerinden daha iyi puan topladıklarını, ancak sonuna doğru gelen puanların azaldığını belirten Özyeğen, “Eurovision benim için en güzel olaylardan biri. Burada geçirdiğimiz en güzel tecrübelerden biri, diğer ülkelerden müzisyenler, sahne işçileri ve sanatçılarla bir araya gelmek ve deneyimi paylaşmak. Aslında farklı müzik türlerinin de ortak noktalarda nasıl buluşabildiğini gördük. Ön yargıların aşılması konusunda iletişimin ne kadar önemli bir faktör olduğunu da fark ettik” dedi.

Eurovision Şarkı Yarışmasına Türkiye’den katılan heyetin başkanı Kürşat Özkök de, sıralamada ilk 7 ülke arasında yer alan Türkiye’nin, ev sahibi Sırbistan’ın yanı sıra kendi dilinde şarkı söyleyen tek ülke olduğunu hatırlattı. Özkök, “Bu anlamda biz kendimizi başarılı olarak görüyoruz” dedi.

ÖZKÖK: ERMENİSTAN NİYE PUAN VERMİYOR?

Özkök, Dima’nın birinci olması konusunda ise “Rusya’nın etrafındaki Rusça konuşan ülkeler puanlamada etkili oldu. Bana göre favori Rusya değildi. Ama şunu unutmayalım ki 43 ülke arasında 7. olduk, ancak Türk insanını bu da mutlu etmiyor. Türkler ve Türkiye artık her konuda birincilik istiyor. Yunanistan ve Ermenistan’dan puan bekliyorduk. Ermenistan’a 2 yıldır puan veriyoruz, ama bize hiç destek çıkmamaları tuhafımıza gitti” diye konuştu.

HARUN TEKİN VE BURAK GÜVEN

“Deli” adlı şarkıyı seslendiren Mor ve Ötesi grubunun diğer elemanları Harun Tekin ile Burak Güven ise “Türkiye’ye iyi hisle döndüklerini” söylediler.

Bu Eurovision’un yorucu geçtiğini kaydeden Tekin ve Güven, “Kaliteli müzik ve şarkı getirdik. Mutluyuz, büyük tecrübe sahibi olduk. Önümüzdeki yıl Eurovision’a katılacak sanatçılara kolay gelsin” dediler.

Önümüzdeki yıl Rusya’da yapılacak Eurovision Şarkı Yarışmasının iki yarı final ve bir finalle sonuçlanması bekleniyor. Türkiye önümüzdeki yıl yine yarı finalde yarışacak.

Avrupa Yayın Birliğinin (EBU) yeni puanlama sisteminde yarı finalde yüksek puan toplayabilecek ülkenin o ülkelerle aynı grupta olması bu yıl olduğu gibi engellenecek. Önümüzdeki yıl EBU’ya en çok para yatırımı yapan İngiltere, Fransa, İspanya ve Almanya ile Belgrad’daki yarışmayı kazanan Rusya doğrudan finalde yarışacak.

 

Yılın En Uzun Günü, Yazın İlk Festivali...

Değişen konsept ve mekanıyla bu yıl 7’incisi düzenlenen festival, yılın en uzun günü 21 Haziranda saat 14.00’te kapılarını açacak.

Efes Pilsen One Love Festival, 21-22 Haziran günleri 7’den 70’e herkesi eğlence, dans, müzik dolu saatler için Santralistanbul’a davet ediyor.

Festival, ilk gün dans pistlerinin aranan isimlerini, ikinci gün ise gypsy müziğin sıcak ve hareketli ritmlerinde ustalaşmış sanatçıları sevenleriyle buluşturacak.

İki ayrı günde, iki ayrı konseptle ayakları yerden kesecek festival, konukları için de etkinlik alanında langırt, dart, çeşitli masa oyunları, yarışmalar ile yiyecek ve içecek seçenekleri sunacak.

Top cambazlarının, illüzyonistlerin, perküsyonistlerin ve pantomim sanatçılarının gün boyunca gösteriler sergileyeceği Efes Pilsen One Love Festival, tam anlamıyla bir şenlik havasında geçecek. Festival sanatçıları, gün içerisinde festivalcilerle etkinliklere katılacak.

Festivalde ünlü gruplar ve Türkiye’nin seçkin müzisyenleri sahne alacak. Festivalin konukları arasında, değişik giyim tarzı ve sanatsal bakış açısıyla sadece müzikal anlamda değil, sanat camiası tarafından da ikon kabul edilen, bir döneme damgasını vuran Moloko’nun solisti Roisin Murphy ve dünyaya farklı kültürlerin eğlenceli ritmleri eşliğinde aynı hisleri paylaşarak dans edilebileceğini kanıtlayan, profesyonel sahne performansıyla dinleyicisini kendine hayran bırakan Gogol Bordello da bulunuyor.

21 Haziran 2008 Cumartesi
Roisin Murphy
Hot Chip
The Long Blondes
Bedük
Kreş
DJ Style-İst + Mabbas

22 Haziran 2008 Pazar
Gogol Bordello
Shantel & Bucovina Club Orkestar
Miss Platnum
Baba Zula
Gevende
Selim Sesler
Kolektif İstanbul
DJ Ahmet Musluoğlu

 

Gripin: 3 Çocuk Yapıp Laleyle Besleyeceğiz...

Müzisyenlerle müzik konuşmak kolaydır. Yeni albümler, yeni klipler, konserler... Ancak konu biraz müzik dışına taşsa olacakları kestiremezsiniz. Karın Ağrısı röportajlarının ilk konuğu Gripin’le de öyle oldu. Grup dert ettikleri meseleleri anlattı.

Müzisyenlerle müzik konuşmak kolaydır. Yeni albümler, yeni klipler, konserler... Ancak konu biraz müzik dışına taşsa olacakları kestiremezsiniz. Oysa “karakteriniz kaderinizdir” sözüne dayanarak sanatıyla yaşamını belirleyen bünyelerin sosyal sorunları ifade biçimi de çok özeldir. Karın ağrısı röportajlarının ilkini gerçekleştirdiğimiz Gripin de aynı şekilde çok şeyden mustaripti. Nereden başlayacağımızı, nasıl bitireceğimizi bilemediğimiz röportaj paldır küldür yapıldı, sorunlar tartışıldı, çözüm önerileri sunuldu. İlgilenenlere duyurulur...

Bugünlerde en çok dert ettiğiniz konuyla başlayalım isterseniz. Başlık olarak ne seçersiniz?
Birol:
Gıda sorunlarıyla başlayabiliriz bence.

Gıda sorunları derken ne kastediyorsunuz?
Birol:
Geçenlerde oldukça ses getiren pirinç sorunu mesela ve bir anda fiyatların tepe yapması.

Tarım Bakanımız bile pirinç sorununun abartıldığını düşünüyor ama...
Evren:
Ben gıda sorununun gerçekten varolduğuna inanıyorum.
Birol: Daha başlamadı bile aslında. Yakın zamanda sadece pirinçte değil, başka gıdalarda da sorun yaşayacağız. Sıkıntı olmayan hali bu. İyi kötü suyumuz var şu an. Pirinç sorununda yapılan bir manüpilasyon olsa bile bunun arkasında gerçekten bir yokluk olduğunu düşünüyorum. Bunun birinci sebebi de nüfus ve tüketimin sürekli olarak artması. Balıkların gelişim süresinin uzaması bile bir sorun. Bütün bunların temelinde doğal akışa çomak sokmamız var tabi. Hem küresel ısınmanın baş gösterdiği bir dönemdeyiz hem de kapitalizme fazlasıyla ayak uydurduk. Bir de bunların yanında biyoyakıt kullanmamız var mesela.

BİYODİZEL BİR TEHLİKE

Biyoyakıtla ilgili nasıl bir sorun olduğunu düşünüyorsunuz? Doğa dostu olarak yansıtılmıyor muydu bu yakıt biçimi?
Birol:
Biyodizel bir tehlike. IMF planından sonra tarım toplumunu daha da şehre çekecek planlar hazırlandı. Dünyada da böyle bir akım vardı. Bunun yanında tarımla uğraşan insanlar daha da gelişecekti. Son iki senedir Biyoyakıt Amerika ve Avrupa’da başladı. Kanola diye bir bitkiden yapılan bir yakıt bu.
Evren: Yüzde 78’i bu bitkiden gerisi katkı maddelerinden oluşan bir yakıt. Kullanılmış yağlardan da yapılabiliyor. Bu çok hoş tabi. 5 litrelik kullanılmış yağın varsa kapına kadar gelip bunu alıyor ve değerlendiriyorlar. Bunu biyodizele dönüştüyorlar. Bu işin güzel tarafı.

İşin kötü tarafı nedir?
Birol:
Varolan tarım alanlarıyla bu yakıtı sağlamak imkansız. 300 kg mısır ekininden 40-50 lt’lik bir biyodizel elde edebiliyorsunuz. Ama aynı miktardaki mısır bir insanın bir yılda ihtiyaç duyduğu kalori miktarına da eşit. Dolayısıyla siz bu yakıt türüyle 2-3 günlük benzin ihtiyacını giderirken bir insanın yıllık besinini de elinden almış oluyorsunuz. Yeni ekin alanlarına ihtiyaç var. Ama buna gidilirse -zaten küresel ısınmanın yaşandığı bir dönemde- varolan ormanları da buna ayırmak korkunç bir çözüm.

Siz biyodizel mi kullanıyorsunuz?
Birol:
Hayır. Dizel de kullanmıyoruz. Dizel de öyle ya da böyle fosil yakıtı.

Bireysel olarak ne yapılabilir?
Birol:
Aslında ilk yapmamız gereken şey gözümüzü doyurmak ve tüketimden artık biraz uzak durmak. Herkes araç sahibi olduğu için böyle şeyler oluyor belki de. Turistler taneyle alışveriş yaptığı zaman şaşırırdım mesela eskiden ama bizde böyle değil. Kilolarca alıp, kilolarca atıyoruz. Onun değişmesi lazım. Kendimi de eleştiriyorum bu konuda. Arabaların içine bak mesela. Yüzde 80’inde tek kişi oturuyor. Daha az, daha mantıklı tüketime gitmek gerekiyor. Hayvani dürtülerimizi kontrol altına almamız gerekiyor önce.
Evren: Mesela Birol her gün Levent’ten İkitelli’ye işe gidiyor ve günde üç saati trafikte geçiyor. Dolayısıyla bu adamın işte geçireceği üç saati de çöpe atmış oluyorsun. Yani trafik sorunu da iş gücünü azaltan birşey. Her insanın günde fazladan bir saati trafikte geçiyorsa iş gücünden neler kaybediyoruz onu düşün.
Birol: Üstelik ısrarla karayolları yapmaya devam ediyoruz. Raylı sisteme yatırım yapmıyoruz. Halbuki dünyanın en eski raylı sistemi burda. Ama aynı zamanda dünyanın en pahalı metrosu da burda.

Bunlar için sadece kişisel çözümler de yetmiyor o zaman. Belediyelere ve şehir planlamacılara da iş düşüyor sanırım.
Evren:
Londra’ya bakın mesela. Her yere metroyla gidebiliyorsunuz. Türkiye’de böyle birşey yapmaya kalksanız kaosa döner hayat. Toplu taşım araçlarına teşvik etmeliyiz tabiki insanları ama bir yandan da bu sistemi daha medeni hale getirmeliyiz.
Birol: Ama her şeyi devletten de bekleyemeyiz. Tabiki raylı sistemin gelişmemesinin arkasında otomotiv şirketlerinin ket vurması da olabilir ama sonunda bütün paraları bir elde toplar insanlara para harcama imkanı bırakmazsanız sistem çöker ve umarım o günü gördüğümüzde çok büyük kayıplar yaşamayız. Aslında bunları iktisatçımız İlker’e sormalısınız.

İlker sen ne diyorsun bu duruma?
İlker:
Bunları sadece büyükşehirlere özel problemler olmadığını düşünüyorum. Cumhuriyet döneminden beri raylı sieteme ne kadar yatırım yapıldı mesela? Trafik kazalarını da azaltacak bir çözüm yoluydu aslında.

Bir yandan refüjlere ekilen lalelere de bayağı bir yatırım yapılıyor ama...
Birol:
Üç çocuk yapıp laleyle besleyeceğiz işte...

BELKİ DE DÜNYANIN SONUNA DOĞDUK
Röportajımızın bu bölümünde herkes alevli bir şekilde tartışırken duraksıyoruz. Konuşacak o kadar çok şey var ki Gripin, ara ara başlığımızdan kopuyor ve burada yazamayacağımız türden umutsuz bir ruh haline bürünüyor. Başka bir başlık açıyoruz.

Başta su sorunundan bahsetmiştik. Su sorununa yüzde 50 oranında çözüm bulunduğu iddia ediliyor. Buna ne diyorsunuz?
Evren:
Ankara’ya da bulmuşlar mı?
Birol: Bu çok komik. Doğanın doğal akışını bozup geçici çözümler bulunuyor. O düzeni bozdukları için o kaynağı da kaybediyorlar. Aslında belki de bildikleri birşey var. Belki gerçekten dünyanın sonuna geliyoruz ve onlar da 3-5 yıl daha iyi yaşamamız için uğraşıyorlar.

Kentsel dönüşüm projeleri için ne düşünüyorsunuz?
Birol:
Doğru uygulandığına inanmıyorum. Ne kadar kötü ki şu an masada bulunan altı tane genç adam bile bu projelerin altında bir bit yeniği arıyor.

Bu güvensizlik neden kaynaklanıyor?
Birol:
Sulukule’de yapılan şey aslında bir nevi tecrit bence. Orada bir tarih oluşmuş ve siz alıp o insanları yaşadıkları yerden koparmaya çalışıyorsunuz.
Evren: Ama bir yandan da gecekondu bölgelerinde bazıları da haksız yere ev sahibi oluyorlar.
Birol: Bunun tabiki bir sebebi var. Aysun Kayacı’ya kızılıyor ama belki de doğru. Onların da bir oyu var ve çoğu zaman senden benden daha değerli. O insanlar yaşamasın demiyorum ama buranın da taşı toprağı altın değil.

Tarihi yerlerle gecekondu bölgelerini aynı sepete koyduklarını mı düşünüyorsunuz?
Birol:
Evet. Bütün bunlarda en büyük problem de şu. Yüzde 47’yle oy çoğunluğuna sahip olmuş bir parti kendini anlatamıyor, inandıramıyor. Belki tatmin edici bir açıklama yapsalar, “Bunları yapıyoruz, şu fiyata şöyle bir uygulama yapıyoruz çünkü sonunda bunlara ulaşacağız” deseler her şey daha farklı olabilirdi.

Bu sadece şu anki hükümetle ilgli bir problem mi sizce?
Birol:
Bu 60 yıllık bir güvensizlik. Bir sağ, sol diye birbirimize giriyoruz, bir Ermenilerle kavga ediyoruz. Rumları Sulukule’de yaşayan insanlardan beter ediyoruz. Sürekli bir kaos ortamı var. Genlerimizden gelen bir Osmanlı durumu var. Çatışmaları eyleme geçirme gibi alışkanlık oluşmuş. Halbuki herkesin her şeyi konuşabiliyor, tartışabiliyor olması gerekiyor.

Demokratik olmaya aykırı bir ülke karakterimiz mi var acaba?
Birol:
Modern teokrasi bu yaşadığımız.

Çözüm başka bir lider mi sizce?
Birol:
Gönül, bütün olarak farklı bir boyutta hareket etmek ister. Mantıklı ve duyarlı bir yolu seçecek bir kitle de var. Bence umut var hala. Ama kolay değil.
Evren: Lider adaylarına baktığın zaman endişe verici. Biz mesela hepimiz okumuş insanlarız. Anadolu’da eğitim görmemiş çiftçi bir sürü insan var. Hepimizi aynı oranda etkileyecek birinin çıkması bana biraz ütopik geliyor açıkçası.
Birol: Çözüm bir lider olacaksa mutlaka sevgi dolu, dürüst, kültürlü, bilinçli ve kendini köylüden ayrmayan, onlara ayak takımı demeyen biri lazım...

Hiç aklınızda iyi bir lider adayı oluştu mu bugüne kadar?
Birol-Evren:
İsmail Cem çok iyi bir profildi.

Arda sen hep sessiz kaldın. Ne düşünüyorsun?
Arda:
Ben çok umutlu değilim açıkçası. Kapadım kendimi. Hatta çocuk filan yapmak istemem. Bizim çektiklerimizi bir neslin daha çekmesini istemem. O yüzden bu devri kapatıp gitmeyi tercih ederim. Düşünen insan yok artık. Kapına biri yemek koyuyor ve sen ona oy veriyorsun.

Bunları konuşurken bir tedirginlik hissediyor musunuz?
Murat:
Bizim boyutta bir tehlike olmaz. Belki birkaç kişinin fikri değişir ama devlet politikalarında bir şey değişmez. Toplu hareket etme gibi bir bilincimiz yok.
Birol: Yunanistan’da geçen ay yapılan grevde benzinciler çalışmadı mesela. İnsanlar yolda kaldı. Türkiye’de düşünsene benzincilerin çalışmayı bırakacak cinsel uzuvlarının olduğunu...

Tavır koyamama durumumuz nedir sizce?
Birol:
Korkuyoruz tabiki. Neticesinde hepimiz Kenan Evren’in çocuklarıyız. Ne kadar şımarık olabiliriz ki?
İlker: Ben üniversitedeyken birkaç polis öldürülmüştü. Polisler de eylem yapmıştı. Biz sınavdayken dışardan “İşte burası hain yuvası” diye slogan attıklarını duyuyorduk. Eminim kendi aralarında “abi kaç para alıyoruz ki bu çileyi çekiyoruz” diye konuşuyorlardı. Bence her şeyin temelinde ekonomi var.

Polislerin öğrencilerin ya da 1 Mayıs’ta olduğu gibi polisle işçinin karşı karşıya kalıyor olması çok acıklı değil mi?
İlker:
Her krizin içinde bir sürü hesap var. Bunlar da rant aslında. Bir kısmının işine geliyor.
Birol: İnsan, hayvanlar kadar insan olsaydık keşke diye düşünmeden edemiyor.

Bu son cümleden sonra masadaki herkese bir sessizlik çöküyor. Bugüne dek gördüğümüz Gripin’den oldukça farklı, çok ciddi, çok dertli insanlarla karşı karşıya kalıyoruz. Sözün bittiği yerde “Birşey eklemek isteyen var mı?” dediğimde grup birden özüne dönüyor ve Birol “Arda bize bir şarkı söylesin” diyor. Arda’nın söylediği şarkı ise bir anda bize keyif katıyor ve röportajımız kahkahalarla son buluyor.

We are the world
We are the children
We are the ones who make a brighter day...

(NTV)

 

Yüksek Sadakat Değişimi Anlattı...

Son albümleri Katil&Maktûl’den önce hem solistlerini, hem davulcularını değiştiren Yüksek Sadakat üyelerini tek tek sıkıştırdık, işlerin nasıl gittiğini öğrendik. Grubun lideri Kutlu “Önemli olan arkamızda bırakacaklarımız. Kalan her şey unutulacak” dedi.

2006 yılında kendi isimleriyle piyasaya sürdükleri albümleri ile büyük bir hayran kitlesine ulaşan Yüksek Sadakat, daha ikinci albümlerinin hiçbir parçası ortada yokken grubun ‘vitrini’ vokalistleri Cemil Demirbakan ve temel taşlarından davulcuları Deniz Alemdar’la yollarını ayırdılar. Herkes, onların dağılacağı haberlerini beklerken grup sadece birkaç ay içerisinde “Katil & Maktûl”ü hazırladı. Henüz bir video klip bile çekmemişken şarkılar dinleyicilerin diline dolandı. Herkes, onları merak ediyordu; biz de olan biteni grup üyelerine ayrı ayrı sorduk...

Kutlu Özmakinacı - Bas Gitar:

İŞ BİTTİĞİNDE BİLİNÇALTIMLA YÜZLEŞİYORUM

Grubun kurucusu olarak, Yüksek Sadakat’in geçirdiği değişiklikler sizi kişisel olarak ne derece etkiledi?
Bir grup kurmak kolay, onun yoluna devam etmesini sağlamak zor bir iş. Bu işle yaklaşık 10 yıldır uğraştığım için zaman içinde grubun eleman değişiklikleri yaşamasına ben de bir şekilde adapte oldum sanırım. İşin sırrı, yola ne için çıktığınızı unutmamak ve yaşanan değişimlerin bu amaçla uyumlu olup olmadığına bakmak. Ben, iyi bir şarkı yazarı olduğumu düşündüğüm, bu yeteneğime gereken saygıyı göstermem gerektiğine inandığım ve yapmaktan zevk aldığım şeyi hayatımın merkezine koymak için Yüksek Sadakat’i kurdum. Değişimler bu çıkış amacına hizmet ettiği sürece sorun yaşamıyorum. Önemli olan bir gün arkamızda bırakacağımız eserler. Geri kalan her şey hem insanlar, hem de benim için unutulup gidecek.

“Katil & Maktûl”, konsept bir albüm. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?
Fikir, şarkılar yazıldıktan sonra çıktı ortaya, çünkü ben hiçbir zaman kafamdaki bir meseleden yola çıkarak şarkı yazmam. Bunun şarkıları rasyonelleştirmesinden korkarım. Özün ortaya çıkışı safhasında rasyonelleşme, işin sanatsal tarafını aşındırıyor. O yüzden her zaman önce müziği yazıp, o müziğin bana ilham verdiği duyguların sözlerini sezmeye çalışıyorum. Ancak iş bittiğinde şarkının içeriğinin neyle ilgili olduğunu öğrenebiliyorum. Böylece kendi bilinçaltımla da yüzleşmiş oluyorum. “Katil & Maktül”de ise albümü oluşturan şarkılar ortaya çıktıktan sonra, hepsinin aynı meselenin farklı tezahürleriyle ilgili olduğunun farkına vardık. Bu seçimlerimizin bizi yarattığı meselesiydi.

 

 


Daha önceki vokaliniz Cemil Demirbakan iddialı bir karakterdi aranızda. Ondan sonra vokal arayışlarınızda en ‘olmazsa olmaz’ şey neydi?
Grubun kimyasıyla uyum sağlaması, Yüksek Sadakat’e inanması ve teknik açıdan mükemmel olması.

Aynı zamanda bir müzik yazarı olarak Yüksek Sadakat’e dışarıdan bakma şansınız olsa en büyük kusuru ve en olumlu yönü olarak ne söyleyebilirdiniz?
Şu ana kadar bence en büyük kusurumuz sahne performanslarımızda stabil bir çizgi yakalayamamış olmamızdı. Duygusal durumumuza bağlı olarak bazen çok iyi, bazen de berbat çaldığımız günler oldu sahnede. Kenan’ın gelişiyle bu sorun da ortadan kalktı büyük oranda. En olumlu yönümüz ise Türk Rock sahnesinde eksik olan bir boşluğu güçlü bir şekilde doldurmaya başlamamız. O boşluk, yetişkin rock dinleyicisinin dinleyeceği ve kendisiyle ilgili bir şeyler bulabileceği fazla grup olmaması Türkiye’de. Yüksek Sadakat’in şarkılarındaki felsefi geri plan ve bunun biçime zarar vermeden müziğe yedirilmesi, genelde Türkçe Rock dinlemeyen pek çok dinleyiciyi bu gruba çekti. Herkes bu hayattan kendi tasının büyüklüğü kadar nasiplenir. Bir teenage bizim şarkılarımızı dinlediği zaman kendi ergen dünyasının bilgi dağarcığı kadar nasipleniyor, gerekiyorsa eğleniyor. 40 yaşındaki bir doçent ise aynı şarkıda başka bir evren keşfediyor. Yüksek Sadakat’in Türk müzik sahnesi açısından bir diğer önemli ilki ise, kültürün ve insanın en önemli bileşenlerinden din mefhumunu müziğinde ilk defa bu kadar yoğun kullanan Türk grubu olması. Din ve müzik Türkiye’de bir araya gelirse genellikle seküler bir refleksle hemen tasavvufi yorumlar yapılır, ‘müziğinizde tasavvuf etkileri var gibi şeyler söylenir’. Yanlış, bizim müziğimizde tasavvuf yok, biz bizzat dinin, tanrının, inancın kendisiyle ilgili felsefi meselelere giriyoruz. Bunu Türkiye’de daha önce bu yoğunlukta yapan olmadı benim hatırladığım kadarıyla.

Kenan Vural - Vokal:

GRUP KENDİNE YAKIŞMAYACAK BİR SOLİSTİ ÇAĞIRMAZDI
Uzun süreli bir müzik hayatından sonra kurulu bir düzene katılmanın olumlu ve olumsuz yönleri sizin için nelerdi?
Aslında düzenin içine girmeden önce çekincelerim vardı tabii. Geçtiğimiz yirmi sene içinde gruplarımı, yol arkadaşlarımı hep ben seçtim ve bu seçimlerde müzisyenliklerinden öte sevdiğim, arkadaşlıklarını beğendiğim kişileri yanımda tuttum. Yüksek Sadakat’i zaten önceden de tanıyordum ve müzikal olarak bir sıkıntı olacağını düşünmemiştim. Düşündüğüm en önemli şey gruptaki arkadaşlık bağı idi. Geldikten sonra bu düşünceden tamamen ve çok hızlı bir şekilde kurtuldum. Bunun yanında başka bir solist ile ünlenmiş ve insanların beğenisini kazanmış bir topluluğa yeni bir yüz ve ses ile gelmek de kimilerine göre beni tedirgin etmeliydi ama açıkçası ben böyle bir kaygı duymadım. Hem yaptığım işten çok emin olduğum hem de bu teklifin grup tarafından bana gelmesinden kaynaklandı bu durum. Tabii ki Yüksek Sadakat kendisine yakışmayacak bir solisti gruba çağırmazdı diye düşündüm. Dolayısıyla olumsuzluk diye bir şey geçmedi aklımdan. Olumlu taraflara gelince de, bir kere oturmuş bir grup var. Yazılmış şarkılar var, bu şarkılar güzelce icra ediliyor. Düzenli prova günleri ve saatleri var, gerçekten yabana atılmayacak bir kitle var. Konserler, röportajlar hiç durmadan geliyor. Düşününce bunlardan daha olumlu ne olabilir diyorum.

Yüksek Sadakat’e katılmadan önce grubu nasıl değerlendiriyordunuz?
Sanırım bunun cevabı sorunun içinde. Özellikle de benim gibi kılı kırk yaran, yaptığı işe ve bu işi yaptığı için kendisine sonsuz saygı duyan biri için, olumlu bir şekilde değerlendirmediği bir oluşum içinde bulunmanın söz konusu olamayacağıdır.

Alpay Şalt - Davul

GRUBUN İVMESİ HIZLANDI
İkinci albüm için yapılan röportajların en sık sorulan sorusu hiç kuşkusuz gruptaki vokal değişimi oldu. Halbuki siz de bildiğimiz kadarıyla gruba yeni katıldınız. Gruplarda vokal ve enstrüman çalanlar arasında bir ayrım oluyor mu?
Sözlü müzik icra eden gruplarda tabii ki solist 10 kaplan gücündedir. Daha fark edilir olan solisttir ama kendi aramızda böyle bir ayrım yaşamıyoruz. Daha çok müzikle haşır neşir olmuş dinleyiciler, müzisyen değişimlerini fark eder veya grubun sıkı fan’ları elemanları sahiplendiği için değişimlere negatif ya da pozitif anlamda bir tepki gösterir.

Bugüne dek çok ünlü isimlerle çalışmış bir müzisyen olarak siz dışardan bir gözle Yüksek Sadakat’i nasıl görürdünüz?
Zaten gruba girmeden önce dışarıdan gözlemleme fırsatım olmuştu. Aklı başında, eğitimli, iyi müzik dinlediği belli olan ve bu da yaptığı müziğe yansıyan, sahnesi pozitif enerji dağıtan, güzel bir doğu-batı dengesi yakalamış, geleceği parlak bir grup olarak algılamıştım. Ben gruba dahil olduktan sonra bu dengelerin bozulmamış olduğunu görmek iyi bir uyum yakaladığımızın işareti herhalde. Kenan ve benim katılmam grubun ivmesini hızlandırdı diye düşünüyorum. Ama her zaman dışarıdan bir göz ile grubumu izlemeye devam edeceğim. Çünkü gelişim için eksikliklerin tespit edilip çözümlerinin bulunması şarttır.

Serkan Özgen - Gitar

HERKES DAHA HUZURLU
İki albümdür gruptasınız. Grup üyeleri arasındaki değişimler müzikal bir evrilmeye neden oldu mu? Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Söz, beste ve aranjmanlar konusunda grupta yerleşik, oturmuş, kendine özgü bir stil var. Dolayısıyla değişikliklerin bu oturmuşluktan dolayı, gruba majör bir etkisi olmadı. Tabii ki yeni gelen kendi stilini de beraberinde getirdiğinden lezzet farklılıkları oluşuyor. Özellikle solist konusunda bu etki göze çarpsa da grubun sound’unu temelden değiştirmiyor. Ama Kutlu gruptan ayrılsa (Allah yazdıysa bozsun) o vakit epey şey değişir. Bizim şansımıza, gruptaki değişiklikler hep pozitif yönde oldu. Herkes hem müzikal açıdan hem de ilişkiler düzeyinde çok huzurlu.

İkinci albümün ilkine nazaran fark attığı nokta nedir?
İlk etapta düzenlemelere başlamadan önce parçaların sözlerine ve alt metinlerine konsantre olduk. Böylece şarkıların ruhunun bizi yönlendirmesine izin verdik. Bunun sonucunda daha kompakt düzenlemeler ortaya çıktı. Bu albümün bir konseptinin olması da farklardan biri.

Uğur Onatkut - Klavye

GRUPTA OLMASAYDIM KLAVYECİYİ KISKANIRDIM
Müzisyen bir aileden geliyor olmanın bir müzisyen olarak zorluğu nedir?
Hiçbir zorluğu yok, aksine çok rahat. Kimse “Müziğin sesini kıs” ya da “Artık çalma” demez bizim evde.

Ailenizden müziğinize gelen olumlu ya da olumsuz en önemli eleştiri ne oldu?
Hiçbir zaman eleştirel bir gözle bakmadılar. Bunda benim işlerimi yaparken titiz davranmamın da etkisi olabilir.

Başka bir grupta çalıyor olsaydınız Yüksek Sadakat’in nesini kıskanırdınız?
Klavyecisini...

YÜKSEK SADAKAT KONSER PROGRAMI:

14 Mayıs 2008 Çarşamba
Balıkesir Üniversitesi Bahar Şenliği - Balıkesir
15 Mayıs 2008 Perşembe
Süleyman Demirel Üniversitesi Bahar Şenliği - Isparta
16 Mayıs 2008 Cuma
Red & Black Rock Festivali - Eskişehir
17 Mayıs 2008 Cumartesi
19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı Şöleni - Pendik / İstanbul
24 Mayıs 2008 Cumartesi
Suare - Bursa
28 Mayıs 2008 Çarşamba
Aksaray Anadolu Öğretmen Lisesi Mezuniyet Konseri - Aksaray
30 Mayıs 2008 Cuma
Ghetto - İstanbul
31 Mayıs 2008 Cumartesi
Toyota Yaris Fest - Parkorman / İstanbul

 

 

Popun taçsız kraliçesi Madonna, “4 Minutes ” ile İngiltere’de 13. kez liste başı oldu...

Madonna, son albümü “4 Minutes to Save The World”, “Dünyayı Kurtarmak İçin 4 Dakika” ile bir rekora daha imza attı.

İngiltere müzik listelerinde 13’üncü kez birinci sıraya yükselen Madonna, dünyanın en başarılı kadın şarkıcısı ünvanını elde etti.

İngiltere müzik listelerinde 13’üncü kez birinci sıraya yükselen Madonna, dünyanın en başarılı kadın şarkıcısı ünvanını elde etti.

 

Metallıca İstanbul da...

Dünyanın tanınmış metal müzik gruplarından Metallica, 27 Temmuz’da Ali Sami Yen Stadyumu’nda konser verecek.

İnönü Stadı’nda 1993 yılında verdiği ilk konserle 48 bin, Ali Sami Yen Stadyumu’nda 1999 yılında verdiği ikinci konserle 46 bin 350 kişiyle buluşan Metallica, Türkiye’deki üçüncü stadyum konserini 27 Temmuz Pazar günü Ali Sami Yen Stadyumu’nda verecek.

 

Konserde Metallica’dan önce Türk heavy metal grubu Pentagram sahne alacak. Biletix aracılığıyla satışa sunulan bilet fiyatları 50 ile 350 YTL arasında değişiyor.

Metallica için Ali Sami Yen Stadyumu’nda toplamda 800 metrekarelik bir sahne için çalışılıyor. Ayrıca yurt dışından dünya çapındaki büyük festivallerde kullanılan çelik konstrüksiyon sahne sistemi getiriliyor.

Konser, Akbank exi26 sponsorluğunda, Purple Concerts ve EPD Organizasyon işbirliğiyle gerçekleşecek.

Metallica, bugüne kadar dünyada 120 milyon albüm sattı. Dünyanın gelmiş geçmiş en popüler kült grubu olan Metallica, konser satışları açısından da Amerikan müzik tarihinin en büyük topluluklarından biri. Metallica’nın şu sıralarda yeni albüm çalışmalarını sürdürdüğü belirtildi.

 

Parkorman Bu Yaz Dopdolu...

Dünyaca ünlü müzik gruplarının ve isimlerin konserlerine ev sahipliği yapan Parkorman, önümüzdeki aylarda “Unifest”, “Toyota Yaris Fest” ve “Electronica Festival”in yanı sıra Chris de Burgh ve “Massive Attack” adlı grubu ağırlayacak.

Parkorman, 17 Mayıs’ta bu yıl 5. kez gerçekleşecek Türkiye’nin en büyük Gençlik ve Bahar Festivali olan “Unifest”e ev sahipliği yapacak. Festivalde, Morandi, Tanto Project, Gary Nesta, Ian Carey, Outwork, Benassi Bros, Emre Aydın, Gripin ve Kreş sahne alacak. Gerçekleştirdiği organizasyonlarda bugüne kadar 40 bin katılımcıyı ağırlayan Unifest, Türkiye’de ilk kez dünya listelerinde “Love Me”, “Save Me”, “Angels” şarkılarıyla zirveye oturan “Morandi” adlı grubu ağırlayacak.

Parkorman’da 24 Mayısta Chris de Burgh konser verecek. Son albümü “The Storyman”nın dünya turnesi kapsamında 16 yıl aradan sonra tekrar Türkiye’ye gelecek olan Burgh, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de “Lady in Red”, “The Traveller” şarkılarıyla tanındı.

Üniversiteli amatör müzisyenlerin seslerini sektöre duyurabilmek amacıyla düzenlenen “Toyota Yaris Fest” 31 Mayısta Parkorman’da yapılacak. Havuz, güneş, yarışma ve eğlencenin festivalinde Mor ve Ötesi, Duman, Nil Karaibrahimgil, Yüksek Sadakat, Ceza ve Funky C’nin eşsiz performanslarıyla üniversitelilere eşsiz bir eğlence ortamı yaşatılacak.

Türkiye’nin ilk ve tek dans müziği festivali “Electronica Festival”, 11-12 Temmuzda Parkorman’da gerçekleştirilecek.

Trip-Hop’un yaratıcısı efsanevi grup “Massive Attack”, son albümleri “100th Window”un turnesi kapsamında 5 yıl aradan sonra 13 Temmuzda İstanbul’da sevenleriyle buluşacak. Robert Del Naja ve Grantley Marshall’dan oluşan grup, albüm başarılarının yanında konserlerindeki muhteşem şovlarıyla izleyenleri hayran bırakıyor.

Kaynak:http://www.zekirdek.com/index.php?module=content&pages=muzik

Madonna'dan Dünya Rekoru...
 
 
  Bugün 29134 ziyaretçikişi burdaydı!  


*

*Parolanınız Tekrar Parolanız

Şifreniz en az 5 karakter,en çok 12 karakter olabilir.



*

Eğer e-posta adresinizin serverları bunlardan biri değilse aşağıda görmüş olduğunuz alana e-posta adresinizi yazınız!
@.com

*


Kendinizi Tanıtınız



 
AKIN VAR GÜNEŞE AKIN,GÜNEŞİ ZAPTEDECEĞİZ;GÜNEŞİN ZAPTI YAKIN!!! Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol